Türkiye’de İnovasyon ve Girişimcilik Yönetimi

Ümit Dardeh
Türkçe Yayın
Published in
8 min readJan 30, 2021

--

Bugün hepimizin kullandığı vizyon, misyon, kurumsal sosyal sorumluluk, motivasyon vb. bir çok modern yönetim kavramını ilk kez Drucker dile getirmiştir. Organizasyonlarda, şirketlerde, kurumlarda ve derneklerde sorumluluğun dağıtılması şeklinde kırılımlar halinde kişiye düşen görevler yani yöneticinin delegasyonu fikrini 1940’larda ilk ortaya atan da kendisidir. Bu kavramlardan ziyade Drucker işletmelerin ayakta kalmalarının efektif bir yönetim biçimiyle ilgili olduğu kadar inovasyon davranışlarıyla da ilgili olduğunu belirtmektedir. Drucker’ın yazılarında değindiği ve herkesçe genel kabule tabii olmuş olabilir. Ama burası Türkiye arkadaşlar… Bu yazıda Drucker’ın perspektifinden çıkmadan Türkiye özelinde inovasyon ve girişimcilik yönetimi üzerine biraz laflayacağız.

Piyasada var olmak, yıkıcı ekonomik süreçlerin içinden sağlam çıkmak her ne kadar likidite, iş ortaklıkları, coğrafi şartlar, girilen piyasanın dünyadaki ölçeği, pazardaki rekabet gibi yönetimsel etmenlerle ilgili olsa da derinlemesine düşünüldüğü takdirde her kavramın inovasyon zemininde de bir karşılığı muhakkak vardır.

Piyasada konumlarını korumak isteyenler inovatif olmalıyken, tersine piyasaya tutunmaya çalışan inovatif girişimler de yönetimsel altyapılarını oluşturmalıdırlar. Yönetim ve İnovasyon iç içe kavramlardır. Ve bunlar bile tek başına yeterli değildir. Yönetim ve İnovasyon kavramı gelişen teknoloji ve değişen müşteri beklentileriyle başkalaştı. Aslında başkalaşan bu kavram değil zira bu kavramlar değişiklik yönetiminin olmazsa olmazı olarak değişmezler.

Kavramların sürece ve iş dünyasına etkisi dinamik iş planlarının ve modellerin oluşumunu sağladı. Aksi halde gelişemeyenler yıkıcı inovasyona yenik düşeceklerdi.

PROJE VE SÜREÇ ÖZELİNDE YAKLAŞIM

Öncelikli olarak bu değişim ve dönüşüme proje ekseninde bakmak gereklidir. Proje, başı ve sonu belirlenmiş, süreci tanımlanmış olan bir ürün veya çıktıyı anahtar teslim müşteriye sunmaktır. Bu kapsamda seri imalat da bir projedir, butik üretim de bir projedir.

Kurumların süregelen alışkanlıkları önce projenin gereksinimlerini belirleme, bu gereksinimler doğrultusunda kaynak planlamasını yapma, planlanan kaynaklar ile tasarım sürecine başlama, tasarımı kontrol noktalarından geçirme, kapsama ekleme veya çıkarma yapma, sonrasında da satış şeklinde gerçekleşmektedir. Bu süreç “Waterfall Project Management” olarak adlandırılmaktadır. Tanımlanmış iş en küçük yapı taşları tanımlanana kadar iş kırılım yapısı yapılır ve iş paketleri (blokları) hazırlanır. Büyük kuruluşlarda birimlerin veya küçük kuruluşlarda kişilerin birbirinden bağımsız yönettiği iş blokları kendinden önceki prosesin girdisi ve sonrası prosesin çıktısına bağlıdır.

Waterfall Project Management

Bu girdi ve çıktıyı yönetme biçimi Pazar rekabetinin de güçlenmesiyle birlikte “concurrent engineering” kavramını ortaya çıkarmıştır. Bu kavram eş zamanlı mühendis olarak adlandırılabilir. Hızlı cevap verilmesi gereken bir dünyada hayatta kalmak, sürecin maksimum verimlilikle çalışmasını zorunlu kılmıştır. Bu kavramın dayattığı temel, bir sonraki prosese verilecek bilginin oluşumunun tamamlanmasını beklemeden oluşan ilk “anlamlı” verinin bir sonraki prosese aktarılarak sürecin ikinci basamağının da çarklarını çalıştırmak olarak açıklanabilir.

Sequential Engineering vs Concurrent Engineering

Bu kavrama basit bir örnek otomotiv sektörü üzerinden verilebilir: gereksinim verileri henüz toparlanmayan bir projede oluşturulan ilk anlamlı gereksinim kümesi, gereksinimlerin tamamı henüz tanımlı olmasa dahi bir sonraki süreçteki tasarım mühendislerinin prototip çalışmaları için yeterli düzeyde olacaktır.

Değişen ve dönüşen dünyada teknoloji ve inovasyon kavramları arayüz olarak basit arkaplan olarak kompleksleştikçe eş zamanlı mühendislik, Waterfall Project Management gibi metodolojiler de gereksinimlere cevap veremez hale gelmiştir. Bu bağlamda bugün inovasyon denildiğinde adını duymaya şaşırmadığımız firmalar adını bugünlerde sıklıkla duymaya başladığımız yeni bir metodoloji benimsemişlerdir: Çevik (Agile) Yönetim. Basitçe tanımlamak gerekirse bu metodoloji süreci döngüsel parçalara bölen ve tekrar tekrar tasarlatan bir yapıdadır. Başlangıçta sadece yazılım sektörünün kullandığı bu kavram günümüzde deyim yerindeyse en hantal sektörlerde bile kullanılmakta. Mesela petrol çıkarmak, lojistik, envanter yönetimi. Sadece Spotify, Instagram gibileriyle sınırlamak yanlış olur.

FİNANS VE YÖNETİM ÖZELİNDE YAKLAŞIM

Girişimler veya hali hazırda varlığını sürdüren şirketler süreç ve ürün geliştirmeye kollarını sıvamadan önce fizibilite oluştururlar. Bu fizibilite işin çıktısına göre değişir, örnek vermek gerekirse bu bir inşaat işi ise, inşaatın yapılacağı bölgenin altyapısı, fay hatlarıyla ilişkisi, eğer büyük bir inşaat projesi olup toplumun ulaşım imkanlarını belli bir süre kısıtlayacaksa güzergahların nasıl kaydırılacağı, hukuki alt yapının oluşturulması, devlette imzalanacak protokoller, yönergeler, şartnameler gibi.

Otomotiv alanındaysa yeni kapsamda düzenlenen yasalara ve regülasyonlara uygunluk, altyapının uygunluğu; örneğin karbon ayak izi, izin verilen emisyon değerleri, elektrikli araçsa şarj istasyonları, gene yasaların düzenlediği bir şarj süresi konusu varsa o süreye uygun olacak şekilde voltaj regülasyonu sağlanması, şarj istasyonları kurulması, verilecek gerilim tipinin belirlenmesi gibi.

Tüm bu çıktılar sonrasında kırılımlarına bölünerek tasarım sürecinin girdilerini oluşturacaktır. Fizibilite çalışmalarınca tanımlanmış gereksinimlerin bir başka sonucu da maddi ve beşeri kaynakların belirlenmesi, tanımlanması ve yönetilmesidir. Öncelikli olarak iş analizi yapılarak belirlenen sürecin “checkpoint” noktalarına atanacak kişilerin işlerinin ne olacağı ve iş tanımı kesinleştirilir. Sonraki aşama parasal aşamadır. O dönemde açılan ve firmanın hedefiyle uyuşan teşviklerin olup olmadığı, sektörel çalışmalara özel kredi imkanları, yatırımcılar, kapsama bağlı ortaklık, çeşitli hibeler, ön ödemeli ihaleler ve devletin açtığı yarışmalar finansman gereksiniminin nasıl karşılanacağı konusunda bir ön çalışma yapılabilmesini sağlamaktadır. Bu çalışmanın özelinde insan kaynağının ihtiyacı ve nasıl temin edileceği de belirlendikten sonra kaynak planlaması tamamlanmış olur.

TÜRKİYE’DEKİ DURUM

Türkiye başta toplantıya katılmamış olsa da Bretton Woods Anlaşmasına imza atmış bir ülkedir. Altına endekslenen Dolar ve Dolara endekslenen ekonomilerin tanımlandığı Bretton Woods toplantısı her ne kadar Doların altınla olan ilişkisini koruyamamasından ötürü geçerliliğini yitirse de, Türkiye yarı mamül, mamül, hammadde, işlenmiş madde gibi her aşamadan ürünleri farklı farklı sektörlerde ithal ederken döviz kullanmakta. İhracatını da aynı şekilde döviz ile gerçekleştirmektedir. Dövizin değişen gündem, politika ve dış ilişkiler kapsamında sıklıkla değişken olması fiyatlamayı ve dış ticarete girecek kurumların kararlarını ciddi derecede etkilemektedir. İstenilen Doların veya Euro’nun Türk Parası karşısında değersiz olmasından önce para karşılıklarının istikrarlı olma durumudur. Para ve Birimleri bir çeşit madde, bir takas aracıdır. Ekonomi değerle ölçülmektedir. Kurumların istikrarlı çalışmaları, dış ilişkiler, akıllıca yönetilen anlaşmalar, doğru yapılan fizibiliteler, yetkin karar mercilerinin onayına sunulacak projeler, kalkınma ve üniversite sanayi işbirliği durumu, üniversitelerin alan bazlı yetkinlik durumu (ki TÜBİTAK 2020’de böyle bir rapor sunmuştur) parasal dengeyi korumaya yönelik adımlardır. Bugünkü durumu kolayca anlamak için BIST100 endeksinin Dolar bazındaki grafiği ile TL bazındaki grafiğine bakılabilir. Bakıldığında görülecektir ki arada kur değişiminden kaynaklanan ciddi bir fark vardır. Bu süregeldiği takdirde para, dolayısıyla şirketlerin iş kulvarlarına karşı stratejileri, girişimcilerin motivasyonu etkilenecektir.

BIST100 (Dolar)
BIST100 (TL)

Ayrıca vergi konusu da herkesin diline dolanmış başka bir konudur, hatta bundan kaçınmaya yönelik şirketlerini Malta’ya taşıyan iş adamlarının haberleri basında yer almıştı, Offshore şirketlerin kurulması konusu her dönem zaten gündeme gelen bir konudur. Aslında vergi sistemince tanımlanmış dolaylı ve dolaysız vergilerin oranları Türkiye için şu şekildedir: %37 Dolaysız Vergi, %63 Dolaylı Vergi (OECD)

Konuyla alakalı bir makale: https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1018916

Bu oran OECD Raporları incelendiğinde görülecektir ki gelişmiş ülke olarak nitelendirilen ülkelerin oranlarına yakındır ve KDV özelinde de uygulanan vergi aynı şekilde diğer gelişmiş ülkelerle birbirine yakındır. Gelir elde etmek isteyen iş adamlarının vergiden kaçınmasıyla alakalı konu aslında vergi oranların yüksekliğinden ziyade TL’nin alım gücüne bağlı olarak vergiden ve dağıtılmış kârlardan sonra elde kalan çıplak paranın küresel ölçekte çalışan sektör özelinde düşük olmasıdır. Bunun sebeplerinden biri elbette paranın alım gücüdür fakat bu argümanı çürütecek bir örnek var:

Çin

Çin bunu nasıl yaptı? Öncelikle Çin piyasada bir dominasyon gücü sağlamak için “Damping” uyguladı. Damping malın iç piyasada satılandan çok çok daha düşük fiyatlara dış piyasalara sokulmasıdır. Küreselleşmeyle birlikte bir ürünü ülke içinde üretmek, Çin’den almaktan pahalıya gelince ve Çin uzun süre Damping uygulayınca elektronik komponent, kişisel tüketim ihtiyaçları, bir takım elektronik ve akıllı cihazlar sattıkları piyasaları sallayacak şekilde ülkelere ucuzdan sürdü.

Küresel rakipler ortadan kalktıkça ve Çin’e bağlılık oranı yükseldikçe Çin yasal zorunluluklarla alt yüklenici olduğu markaların Çin’de şirket açmalarını zorunlu kıldı. Çin’de ithalat vergisi %20’lerin üzerindeyken ihracat ticaretlerinde çok düşük vergi politikası uygulandı. Çin hükümeti kendi sendikasını kurdu ve özel karşıt sendikalara müsaade edilmedi. Bu dünyayı gelecekte de zorlayacaktır.

Türkiye’nin rekabette elinin güçlü olması için dünyanın ucuz işgücü, ucuz mühendislik hizmet sağlayıcısı olması yeterli değildir. Bugün Türkiye’de yeni kurulan girişimler bile Avrupa ve Amerika pazarını hedeflerken ve orda yer alırken merkez ofislerini İstanbul’da konumlamaktalar.

Amerika’da mühendisine senelik 100.000 – 200.000 $ düzeyinde para ödemektense,

Türkiye Ofisinde çalışanına aylık 20.000 TL ödese bile bu 2.700 $ yani senede 32.400 $ edecektir. Türkiye’den 6 dahi genci istihdam etmek çok daha kârlı.

Dijital iletişim çağında artık herkes her şeyin farkında. Beyin göçü oranları her sene daha da yükseliyor. Corona’ya devayı bulan da Türk, büyük şirketlerin yönetimdeki önemli isimler de Türk. Konu 2021’de eğitim sistemi de değil. Her bilgi internette erişilebilir halde mevcut. Konu doğru trend analizi yapılması, teşviklerin, hibelerin, kredilerin doğru yönlendirilmesi ve finansal istikrarla ilgilidir.

Makro düzenlemeler elbette her zaman yetkililerce yapılacaktır fakat mikro düzenlemeler de her vatandaşın sorumlu olduğu görevlerdir. Bu bağlamda öğrenci katma değer olarak farklı disiplinlerde kendini geliştirmeli, iş veren verimli çalışmanın tecrübeden ziyade etkin, verimli, inovatif olmakla ilişkili olduğunu bilmeli, hükümetler küresel trend analizini iyi yapmalı ve teşviklerini buna göre belirlemeli.

Dünya Kriptopara ve Kuantum Bilgisayarları hakkında hukuki zemin hazırlamakla, kanun çıkarmakla uğraşırken; girişim dalgasının başında gelen firmalar regülasyonları değiştirirken, dünyada para bolluğu ve eksi faiz işlerken Türkiye nakit sıkıntısı çekmemelidir. Sadece getirisi garanti olan oturmuş ve durağanlaşmış sistemlere yatırım yapmak değil, risk teşkil eden ama doğru analiz edilmiş şirketlere yatırımlarla, doğru teşvik programlarıyla girişimcilere ve işini büyütmek isteyen şirketlere fırsat vermelidir. Bunun yanında mikro ölçekte şirketler ve girişimciler yönetim stratejilerini doğru maddelerle tanımlamalı, yenilikçi manifesto ilan etmeli, 21. Yüzyılın çalışan psikolojisini iyi analiz etmelidir. Kuluçka merkezlerinden ofis ve eğitim desteği gören, yatırımcı peşinde koşan girişimler durmalı ve paraya ihtiyaç durumunu fizibilite ve kaynak planlaması bağlamında sorgulamalıdırlar.

Son olarak Türkiye’de şirketlerin “exit” kültürünün gelişmesi gerekmektedir. Şirket kurucuları varmak istedikleri noktaya vardıklarında patron olmaya devam etme yönünde eğilim göstermektedir. Amerika’da ise “exit” şirket kurması için görevlendirilen firmalar bile mevcuttur. Bu firmaların işi bir iş modelini belli bir düzeye getirip, ölçeklendirip başkalarına satmak üzerinedir.

Türkiye’de de ölçeklenmiş konumlanmış ve belli bir standarta oturmuş katma değersizleşecek şirketler imkan dahilinde elden çıkaralarak yeni projelere imza atılmalıdır. Mükemmeliyetçi yaklaşım sebebiyle en iyisini kurana kadar durmaktansa, girişimciler başlangıç düzeyinde şirketler kurarak, bu şirketlere belli noktalarda satıp yeni iş kollarına geçerek katma değerlerini ve sermayelerini doğru analiz çerçevesi ışığında sürekli olarak büyütme potansiyeline sahiptir. Yönetimsel yaklaşım ve teşviklerin iyileştirilmesi, bilgi teknoloji kullanımlarının yaygınlaşması ve uzmanlaşılması Türkiye’nin gelecek elli yılda güzel günler görebilmesi için umut olacaktır.

____________________

Okuduğunuz içi teşekkür ederim😊

Fikirleriniz varsa belirtmek isterim ki bu çağda etkileşim çok önemli ve bu bağlamda geri dönüşleriniz benim için çok değerli. Eğer geri bildirimde bulunmak, sohbet etmek, tartışma konusu açmak isterseniz

bana Linkedin’den :

ve Sosyal Medyadan:

https://www.instagram.com/umitdardeh

ulaşabilirsiniz 😊

Sağlıkla kalın.

--

--